Kuzey Irak’ta şehit olan piyade sözleşmeli er Berkay Işık için, 3 Ocak günü önce İstanbul İkitelli Cemevi’nde cenaze töreni düzenlendi, ardından Tokat ili Almus ilçesi Cihet köyünde toprağa verildi.
Birgün gazetesi haberi, Cumhuriyet gazetesi muhabirine dayandırarak “Asker cenazesinde temsil tartışması” başlığı ile verdi. İnternet sitesinde ise aynı haberi, “Alevi askerin cenazesine devletin zirvesi ve Genelkurmay katılmadı” başlığı ile duyurdu.
Oysa Cemevindeki cenaze törenine, başta 1. Ordu Komutanı Orgeneral Musa Avsever olmak üzere dokuzu general ve amiral, toplam olarak 169 asker katılmıştı. Hükümet ise Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk tarafından temsil edilmişti. İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı da oradaydılar.
Tokat’taki cenaze törenine ise Hükümeti temsilen Bakan Yardımcısı, ayrıca Vali, Belediye Başkanı ve Tokat Eğitim Tümen Komutanı katılmışlardı.
Durum böyleyken Cumhuriyet muhabirinin ve Birgün gazetesinin yaptığı gerçek dışı haberi nasıl yorumlamak gerekiyor?
“Böl ve yönet”
Gelişmekte olan ülkelerde var olan etnik, dinsel ve mezhepsel ayrılıkları kaşıyarak iç çatışmalar yaratmak, emperyalizmin bilinen “böl ve yönet” politikasıdır.
20. yüzyılın başından itibaren emperyalizm önce sömürge ve yarı sömürgelerinde, sonrasında ise bağımsız milli devletler döneminde, bu ülkelere yönelik olarak söz konusu politikasını uyguladı.
Son 40 yılın dünyasında, gelişmekte olan ülkelerde yaşanan bütün etnik, dinsel ve mezhepsel çatışmaların arkasındaki emperyalist el yeterince bilinmektedir.
Bu tespitten şu sonuca varmak mümkündür: Gelişmekte olan bir ülke ne kadar emperyalist müdahalelere açık, yönetenleri emperyalizmin ne kadar kontrolündeyse; o ülke etnik ve dini çatışmaların içine yuvarlanmaya o kadar yakın olmaktadır.
Tersine bir ülke emperyalist merkezlerle arasına sınır çekme çabası içinde ise veya emperyalist merkezlerle karşı karşıya gelmeye başlamışsa, o ölçüde etnik ve mezhep çatışmaları tuzağından kurtulmaya başlamış demektir.
1980 öncesi Türkiye
Şimdi bu genel doğruların ışığında Türkiye’ye bakalım:
Türkiye Cumhuriyeti emperyalizme karşı verdiğimiz Kurtuluş Savaşı ve Laik Cumhuriyetle birlikte, hiç kimsenin etnik kökenine ve dini inancına bakılmadığı bir dönem yaşadı. 1970’lere kadar ülkemizde insanlar, komşularının dinsel inancını merak etmediler, sormadılar bile.
Ama Türkiye’nin Atlantik ittifakına dahil olması, ülke üzerinde artan ABD denetimi, mezhep ayrılıklarının kaşınmasını da beraberinde getirdi. 1980’lere doğru özellikle Alevi yurttaşları hedef alan saldırıların amacının, planlanan Amerikancı darbe için ortamı elverişli kılmak olduğu biliniyor.
Bu basit gerçek o günlerde Çorum, Malatya ve Maraş gibi şehirlerde yaşanan saldırı ve katliamların arkasındaki elin kime ait olduğunu da gösteriyor.
1990 sonrası
Son otuz yılın Türkiye’sinde ise emperyalizmin özellikle, toplumumuzun etnik ve dinsel anlamda azınlıkta olan kesimleri üzerine oynadığı bir gerçektir.
1991 yılındaki ilk Körfez Savaşı ile birlikte ABD, Müslüman dünyadaki milli devletleri hedef aldı. 2000’lerin başında ilan edilen Büyük Ortadoğu Projesinin amacı; bilindiği üzere, “Fas’tan Orta Asya’ya kadar 24 Müslüman ülkenin rejimlerini ve sınırlarını değiştirmek”ti.
Bu yeni sömürgeci saldırıyla milli devletler esas hedef haline gelince o devletler içindeki etnik ve dinsel azınlıkları kazanmak, emperyalist projenin doğal hedefi oldu.
Türkiye’de de özellikle son otuz yıl içinde Kürt ve Alevi yurttaşlar üzerinde yoğunlaşan Batı merkezli çalışmalar herkesin malumudur.
Bu konularda belli bir mesafenin alındığı da gerçektir. Kürt milliyetçi hareketinin 1991 sonrasında adım adım ABD kontrolüne girmesi ve gene 1990’ların ortalarından itibaren Batı kaynaklı “Alevilik İslam dışıdır” propagandasının ülkemizde giderek daha fazla alıcı bulduğu da biliniyor.
Mezhep kışkırtıcısı kim?
30 yıl öncesine kadar Alevi yurttaşlar, bir bütün olarak Milletimizin; Atatürk’ü en çok savunan, Laik Cumhuriyetin değerini en fazla bilen ve Türkiye’ye en fazla bağlı olan kesimi idiler.
Bugün ise Alevi yurttaşlarımızın azımsanmayacak bir bölümünün, bütün bu açılardan en fazla yabancılaşmış toplum kesimi haline geldikleri de bir gerçektir.
Avrupa ve ABD, Türkiye Alevilerini kendi yanlarına kazanmak için özel bir çaba gösterdiler. “Alevilik İslamiyet dışıdır” propagandası Batı kaynaklıdır.
Elbette bu propagandanın etkili olmasında AKP iktidarının, özellikle ilk 12 yıllık döneminde FETÖ ile yaptığı ittifakın ve bunun sonucu izlediği politikaların da önemli bir rolü olmuştur.
Ama bununla birlikte görülmesi gereken bir diğer önemli olgu şudur:
AKP, 2014 sonrasında önce FETÖ ve sonrasında PKK ile çatışmaya başladı. Yani emperyalizmin Türkiye’deki uzantıları ile.
Türkiye önce Suriye ve Irak’ta, şimdi de Doğu Akdeniz’de ABD ile fiilen göğüs göğse geldi. Bunun sonucunda yakın zamana kadar mesafeli durduğu İran ile beraber hareket etmeye başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’nin şehit ettiği Kasım Süleymani’yi sahiplenmesi anlamlıdır.
Dünyanın en büyük emperyalisti ile cephe cepheye gelen bir iktidar, içerde etnik ve dinsel farklılıklardan dolayı yurttaşlarını bölme politikası izlemez, izleyemez!
Tam tersine bugün etnik ve dinsel farklılıkları kaşıyanlar şu veya bu şekilde kaderlerini Batılı merkezlere bağlayanlardır.
Birgün’ün yaptığı gerçek dışı habere böyle bakmak gerekiyor.