Şam Hükümeti’nin teröristlerden ve bölücülerden ülkeyi temizleyerek bütünleştirme ve devlet egemenliğini yeniden tesis etme mücadelesi başarıyla sürüyor. Suriye Ordusu bugünlerde İdlip vilayetinde yoğunlaşmış durumda.
İdlip’in büyük bölümü ve şehir merkezi, Türkiye’nin de terör örgütü olarak kabul ettiği El Nusra’nın (El Kaide’nin Suriye kolu) kontrolünde. Vilayetin daha küçük bir kısmında da Türkiye’nin de desteklediği diğer muhalifler var.
Suriye ordusu geçen hafta içinde, Halep’i Şam’a bağlayan E-5 karayolu üzerinde bulunan Maarat al-Numan ilçesinde kontrolü sağladı. Şu anda daha kuzeydeki Seraqib ilçesinin kapılarına dayanmış durumda. 30 km daha ilerlemesi durumunda, El-Nusra’nın (Heyet Tahrir üs-Şam) kontrolünde olan E-5 karayolunda denetimi tamamen sağlamış olacak. Serakip aynı zamanda Halep’i Lazkiye’ye bağlayan E-4 karayolunun E-5’le birleştiği kavşak konumunda…
Kısacası Suriye, dokuz yıldan beri acısını çektiği terör sorununu temelli olarak bitirmek yolunda çok önemli bir dönemeci geride bırakıyor.
Ak Parti’nin tavrı
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 29 Ocak günü çıkmış olduğu Afrika gezisinden yurda dönerken uçakta gazetecilere konu hakkında görüşlerini açıkladı. Özetle şunları söyledi:
“Şu an itibariyle maalesef Rusya, Astana’ya da Soçi’ye de sadık değil… Astana süreci diye bir şey kalmadı….
“Kim terörist? Kendi toprağını savunanlar mı terörist? Bunlar direnişçi. Şu anda bunlara sorarsan Türkiye’deki yaklaşık 4 milyon Suriyeli de terörist. Bunlar nereden kaçtı geldi? Esed’in zulmünden kaçtı geldi…
“Bunlara biz bir yere kadar sabrederiz, sabrettik ama ondan sonra da biz göbeğimizi keseriz… (Rusya) ya Suriye ile olan süreci farklı yürütecek ya da Türkiye ile olan süreci farklı yürütecek, bunun başka yolu yok…”
Gerek TRT, gerekse iktidar yanlısı diğer televizyon kanalları ve gazeteler, Suriye Ordusu’nun, kendi topraklarını birleştirme ve güvenliği sağlama yolundaki ilerlemesini “felaket” olarak sunmaya devam ediyorlar.
Türkiye’nin milli çıkarı
Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve iktidarın gelişmeler karşısında sergilediği tavır inanılmazdır. Türkiye, son olarak şu anda El-Nusra’nın kontrolünde olan Serakip’in hemen doğu ve güney çıkışında iki yeni kontrol noktası oluşturdu. Ve Suriye ordusunun ilerlemesi durumunda “askeri seçeneğe” başvurabileceğini açıkladı.
Bir iktidar, kendi ülkesinin milli çıkarlarına ancak bu kadar zıt bir politika izleyebilir!
Türkiye, Astana Süreci ile birlikte, Rusya ve İran başta olmak üzere komşularıyla ortak hareket ederek, Batı’dan gelen silahlı tehdide başarıyla karşı koyabildi. 2013 – 2015 yıllarında Suruç’ta, Ankara’da Gar ve Kızılay’da, Kayseri’de, İstanbul Dolmabahçe’de ve Reina’da… vd. katliamların gerçekleştiği, şehirlerin patlayıcılarla doldurulduğu, Güneydoğu’da hendeklerin kazıldığı ve yüzlerce-binlerce yurttaşımızı kaybettiğimiz günlerden, ülke içinde güvenliği esas olarak tesis ettiğimiz bugünlere gelmemizde Astana sürecinin rolü tartışmasızdır.
PKK’nın hendeklere gömülmesi, 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişiminin alt edilmesi, Barzani’nin 2. İsrail referandumunun boşa çıkarılması, Suriye’de ABD – İsrail koridor planını bozan askeri operasyonların gerçekleştirilmesi, Doğu Akdeniz’de Mavi Vatanımızı savunma yolunda attığımız adımlar ve hatta kapımızı çalmış bulunan ekonomik krize karşı bugüne kadar ne yapılabildiysek; bütün bunların hepsi Astana süreci sayesinde oldu.
2014 yılı sonunda Hatay’da Rus uçağının düşürülmesinin ardından 6 ay boyunca Suriye sınırında uçak uçuramadığımız günlerden, Astana süreci sayesinde ABD’nin, askerlerini bölgeden nasıl çekeceğini düşündüğü günlere geldik.
Bütün bu gerçekler göz önündeyken Rusya’ya; “Ya Suriye, Ya Türkiye” demek, ne demektir?
“Böyle devam ederse Astana süreci biter ve biz de kendi göbeğimizi kendimiz keseriz” ne anlama gelmektedir?
Arkada kalan yıllarda, ABD ve İsrail’in uğursuz planlarının aleti olarak dostumuz ve kardeşimiz Suriye’yi kana ve ateşe boğan, yarım milyondan fazla insanın ölümüne yol açan terör örgütlerini, “direnişçi” olarak nitelemede bir “devlet aklı” var mıdır?
Türkiye’nin gerek bölücü teröre karşı mücadele ederken, gerekse Doğu Akdeniz’de silahlı olarak karşı karşıya geldiği Atlantik destekli savaş tehdidi ile boğuşuyorken, aynı tehditlerin hedefi olan yani bizimle aynı kaderi paylaşmakta olan komşularımızla karşı karşıya gelmek demek olan Suriye düşmanlığını sürdürmenin ne anlama geldiği üzerinde hiç düşünülmüyor mu?
Ne yapılmalı?
Meseleyi açık ve net olarak koyalım:
İdlip, Suriye toprağıdır. İdlip’te kontrolü ve güvenliği sağlamak Şam Hükümeti’nin en meşru ve haklı görevidir. Türkiye’nin yapması gereken bu konuda Şam Hükümeti ve Suriye Ordusu ile işbirliği yapmak, daha doğrusu Suriye’ye yardımcı olmaktır.
Suriye, İdlip sorununu çözdükten sonra, bütün gücüyle Fırat’ın doğusu ile ilgilenebilecektir. Bu da buradaki PKK varlığının sona ermesi demektir. Suriye’de PKK varlığının sona ermesi demek, Türkiye’nin 40 yıldır boğuştuğu bölücü terör sorununun kökten hal edilmesi yolunda en önemli adımın atılması anlamına gelecektir.
Türkiye daha bugünden, İdlip’ten sonra şu anda “Fırat Kalkanı”, “Zeytin Dalı” ve “Barış Pınarı” harekâtlarıyla girdiği bölgelerin Suriye’nin meşru Hükümetine devredilmesinin yol haritasını da belirlemeli ve bunun için Şam ile derhal görüşmelere başlamalıdır.
İşte o zaman Türkiye toprak bütünlüğüne, milli çıkarlarına yönelik tehditlere karşı en büyük tedbiri almış olacaktır.
Böyle bir perspektifle gelişmelere bakıldığı zaman, Suriye Ordusu’nun İdlip’teki ilerlemesinden Türkiye’nin, telaşa kapılmak bir yana tam tersine sevinmesi gerektiği anlaşılacaktır.