“Çok alametler belirdi”

Nazım Hikmet “Kıyamet sureleri” adını verdiği şiirlerinden birincisi olan “Alametler Suresi”ne;

“Yedi kat yerin altından uğultular geliyor.
Çok alâmetler belirdi, vakit tamamdır.
Haram sevap oldu, sevap haramdır.”

dizeleriyle başlar ve ardından devam ettiği “Tebahhur Suresi”ni;

“Bu dem kıyamet demidir,
bu, buhara inkılâbıdır kaynayan suyun”

diyerek bitirir.

Büyük Şair, yaklaşan büyük toplumsal devrimin haberini vermektedir. Dünyamızda son yıllarda olup bitenlere bakarken insan, Nazım’ın kıyamet surelerini hatırlamadan edemiyor!

İki programın savaşı

Yaklaşık otuz yıldır bütün İslam Dünyası’nı kasıp kavuran, milyonlarca insanın canına mal olan ve son olarak Suriye’de yoğunlaşan savaş, bu “alametler” arasındadır. Şimdi saflar netleşiyor. Bir yanda ABD, İsrail, Suudiler, Körfez emirlikleri ve “kullanışlı araçlar” durumundaki terör örgütleri; karşılarında Türkiye, İran, Irak, Suriye ve arkalarında başta Rusya ve Çin olmak üzere hemen hemen bütün dünya…

Olup bitenler, dünya çapında daha büyük ve genel bir hesaplaşmanın son perdesi gibi duruyor. Bir yanda bütün dünyayı etnik ve dinsel-mezhepsel farklılıklar temelinde bölmeye-parçalamaya çalışan neo-liberal emperyalist program; karşısında milli devletlerin bütünlüğü ve egemenliği temelinde bölgesel birlikler dünyasını yaratmayı amaçlayan devrimci program.

İki program 40 yıldır çarpışıyor ve artık kazancak taraf belli olmuştur. Bu bir “alamet”tir, yeni bir dünyanın doğmakta olduğunun “alameti”…

Koronavirüs alameti

İki buçuk aydır bütün dünyayı kasıp kavurmakta olan Koronavirus salgınının gözler önüne serdiği manzara da, insanlığın tarihi bir tercihin eşiğinde olduğunu gösteriyor.

Salgının nereden başladığı ayrı bir tartışma konusu. Ama bütün dünya olaydan, Çin’in Wuhan kentinde görülen vakalardan sonra haberdar oldu. Salgın (Pandemi), şimdi bütün dünyada.

Tehdide, ülkeler farklı tepkiler verdiler. Çin derhal 11 milyonluk Wuhan şehrini karantinaya aldı. Ülke çapında seferberlik başlattı. 10 günde 1000 yataklı, 1500 yataklı hastaneler inşa etti. Örgütlü halk ile kamu gücünün birleşmesi durumunda nasıl büyük işler başarıldığını bütün dünyaya canlı olarak gösterdi.

Sonuç: İki ayın sonunda hastalık tamamen kontrol altına alındı. Yeni açılan hastaneler, hasta kalmadığı için kapatıldı. Wuhan şehri üzerindeki karantina kaldırıldı. Çin şimdi, dünyanın geri kalanının yardımına koşuyor.

Bir de İngiltere örneği var: Başbakan Boris Johnson, salgını; “sürü bağışıklığı” sağlama yöntemiyle atlatacaklarını söyledi. Yani ülke nüfusunun tamamına yakını hastalığa yakalanacak, zayıf olanlar elenecek, geriye kalanlar ise hastalığa karşı bağışıklık kazanacak ve sorun böylece bitecek! 

Koronavirüs’ün özellikle 70 – 80 yaş üstü hastaları öldürmesi, Boris Johnson’a “Allahın bir lütfu” gibi görünmüş olmalı. Altından nasıl kalkacaklarını bilmedikleri yaşlı nüfusun ekonomi üzerindeki yükünden kurtulmalarını sağlayacak(1) – bilinçaltlarında zaten var olan – bir “çözüm”ün bu şekilde gerçekleşeceğini dile getirmiş oldu.

Aslında Koronavirüs salgını, özel kârı esas alan kapitalist serbest piyasa sisteminin insanlık açısından nasıl bir çıkmaz olduğunu; kamucu sistemin ise, başka bir deyişle Mustafa Kemal’in 1930’lu yıllarda Türkiye’ye özgü biçimini uyguladığı halkçı devletçi sistemin de, insanlığın geleceği açısından neden biricik çıkış yolu olduğunu bir kez daha gösterdi.

Diğer alametler… “Vakit tamamdır”

Bir de salgının kasıp kavurmaya başladığı İtalya, İspanya, Fransa örnekleri var. Bu ülkelerde hakim piyasa sisteminin çaresizliğini görüyoruz. Paralı hale getirilmiş sağlık sisteminin nasıl aciz kaldığının haberlerini okuyoruz. Bir yanda, bir hafta 10 gün içinde binlerce yataklı hastaneler inşa eden Çin, diğer yanda örneğin ABD’de, kişinin hasta olup olmadığını öğrenmesi bile parayla.

İspanya, çözümü sağlık sektörünü bütünüyle kamulaştırmada gördü.

Bir yanda hastalığın pençesinde kıvranan komşularına bakmayan kapitalist Batı dünyası, öte yanda kendileri bir yanda hastalıkla mücadele ederken aynı zamanda dünyanın her tarafından gelen yardım çağrılarına yanıt veren Çin, Küba gibi ülkeler.

Bir yanda olup bitenleri; “insanları evlere kapatarak ve birbirlerinden kopararak robotlar haline getiriyorlar” diyen komplo teorileri, öte yandan her akşam hastalığın evlerine kapattığı insanların, evlerinin-apartmanlarının pencerelerinden başlarını uzatarak, beraber şarkılar söyleyerek (İtalya, İspanya, İsviçre) birbirlerine destek olmaları gerçeğinin ortaya koyduğu insan ve toplum manzaraları.

(İnsan toplumsal bir varlıktır. Ancak bir topluluk içinde var olabilir, ancak bir topluluğun parçası olarak karşılaştığı sorunların üstesinden gelebilir. Günümüzün küreselleşen dünyasında, bu olguyu artık dünya ölçeğinde düşünmek gerekir.)

Bir yanda 2008 yılından bu yana daha kurtulamadıkları krizin üzerine Koronavirüs felaketi gelince ekonominin ne olacağını kara kara düşünen serbest piyasa sistemleri; “paramız yok” diye ağlaşan ABD yönetimi, diğer yandan aynı felaket karşısında trilyonlarca doları halkın sağlığı için harcamada bir an bile duraksamayan halkçı devletçi Çin yönetimi… “Yolcuların içinde Koronavirüs hastası var” gerekçesiyle Atlantik’te hiçbir ülkenin kabul etmediği İngiliz yolcu gemisini ülkesine davet eden Küba’nın verdiği ders…

Basın mensupları önünde Sırbistan Cumhurbaşkanı Vucic’in; yardım çağrılarına Avrupa devletlerinin nasıl sağır kaldıklarını anlattıktan sonra  “kardeşim” diyerek Çin devlet başkanına yazdığı mektubu anlatması, günümüz dünyasının resmidir. Ve aynı zamanda geleceğin dünyasının nasıl olacağına dair bir “alamettir”.

Kısacası Nazım’ın dediği gibi;

“Çok alâmetler belirdi, vakit tamamdır.
Duyuldu kim ölüm satılıp kâr edile,
kendi kendilerin reddü inkâr edile
ve duyuldu kabuğuna tık ettiği civcivin.”