Bugünlerde dünyanın nereye gittiği konulu teoriler, iddialar, senaryolardan geçilmiyor. Böyle de olması normaldir. Hemen herkes dünyanın bir dönüm noktasında olduğunu görüyor. Beş kıtada yer alan bütün ülkelerde, insanları evlere kapatan bir tehdidin varlığı, farklı sistemlerin bu büyük tehdide karşı mücadelede sergiledikleri farklı performanslar, doğal olarak herkese “Koronavirüs sonrasında hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” dedirtiyor.
Bu arada ortalıkta çokça dillendirilen bazı görüşler üzerinde durmakta yarar var:
“Büyük birader düzeni” mi gerçekleşiyor?
Devletlerin, digital olanaklarla herkesi izlemeye başladıkları ve deri altlarına yerleştirilen çiplerle, artık insanların 24 saat ve bütün sosyal ve biyolojik etkinliklerinin kontrol edileceğini ileri süren teoriler bugün revaçta. Bu iddiada bulunanlar dünyamızın, George Orwell’in “1984” romanında yazdığı, “Büyük Birader”in herkesi gözlediği bir aşamaya geldiğini ileri sürüyorlar.
Aslında bu tartışma yeni değil. Sanayi Devrimi’nin başlangıcında çok büyük sayılarda işçiyi işsiz bırakan makinelerin rolü konusunda olan tartışma ile bugün yapılan tartışmalar arasında özde bir fark yok. Üretici güçlerin gelişmesi insanlığın yararına mıdır, değil midir; tartışma budur.
“Deri altına çip yerleştirileceği” gibisinden uçuk faraziyeleri bir yana bırakalım. Sonuç olarak günümüz dünyasında hiçbir devlet, hiçbir güç; kişilerin rızası olmadan böyle bir uygulamayı yapamaz. Geçmişte ve bugün olduğu gibi gelecekte de insanların “özel hayatı” olacaktır. Onun için 24 saatin “her bakımdan” kontrolü diye bir şey olamaz. Bunu yapmaya hiçbir sistemin gücü yetmez.
Yapay zeka gibi üretici güçlerin daha da geliştirilmesi anlamına gelen bilimsel ve teknolojik ilerlemelerin sonuçları üzerinde durmak daha anlamlı olacaktır. İnsanı, basit kol emeğinden kurtaran, üretim faaliyetinin fiziki güç isteyen bölümünün makineler (yapay zeka) tarafından yapılmasını sağlayan gelişme, kişiyi, birilerinin kölesi yapmaz bilakis daha da özgürleşmesinin yolunu açar. Çünkü üretim bu sayede, “herkesin ihtiyacına yetecek” bir seviyeye gelebilecektir. Ve insan, bu düzeyde gerçekleşen üretim seviyesinde tüm zamanını yaratıcı faaliyetlere, toplumsal aktivitelere, siyasal çalışmalara ve meslek örgütleri – demokratik kitle örgütlerindeki etkinliklere katılmaya, sanat ve spor gibi etkinliklere ayırabilecektir. Hayatını bu şekilde yaşamaya başlayan insan, gerçekte çok daha özgür, kendi kaderine hükmetme konusunda çok daha söz sahibi bir konuma gelmiş olacaktır.
Kişinin günlük hayatının kontrol edilebilmesine olanak tanıyan teknolojik gelişmenin ne anlama geldiği üzerinde de düşünmekte yarar vardır. Bir ülkede yaşayan insanların istisnasız tümünün tabi olduğu bir düzenleme zarar değil fayda getirir. Çin, Kornavirüse karşı yürütülen mücadelede, cep telefonlarıyla ve sokakta yürüyen kişiyi tanıyan akıllı kameralar sayesinde bütün yurttaşlarını takip etti, yakınında bulunan muhtemel tehlikeler konusunda onları uyardı, tedbir almalarını sağladı. Ve yurttaşların da yapılan uyarıları ciddiye alarak buna göre hareket etmeleri sonucunda, salgını bir ay gibi kısa bir süre içinde kontrol atına aldı ve iki ayın sonunda ise ülke içinden kaynaklı vakada “sıfır” sayısına ulaşabildi.
Koronavirüs olayında, teknolojinin insan yararına nasıl kullanılabileceğinin bir örneğini yaşadık. Benzer teknolojik olanaklara örneğin ABD de sahip. Ama ABD bu teknolojiyi yurttaşlarının selameti için kullanamadı ve bugün bir felaket yaşıyor. Demek ki sorun teknoloji sorunu değil sistem sorunu. Burada nasıl bir sistem ile yaşanılacağı sorusu bütün insanlığın önüne gelmiş durumda.
Özel çıkar sistemi veya başka bir ifadeyle Serbest Piyasa Sistemi içinde mevcut bilimsel ve teknolojik olanaklar insanlığın yararına değil felaketine yol açıyor. Öte yandan kamunun çıkarını esas alan sistemlerde ise mevcut olanaklar, üretimin herkesin ihtiyacını karşılayacak şekilde gerçekleştirilmesini ve Koronavirüs benzeri muhtemel salgınlardan da halkın korunmasını mümkün kılıyor.
Salgın bilinçli bir “Operasyon” mu?
Bir diğer komplo teorisi şu şekilde dile getiriliyor:
“Coronavirüs salgını Çin tarafından bilinçli olarak çıkarıldı. Amaç, Batılı devletlerin ekonomisini çökerterek şirketlerini ucuza kapatmaktı. Nitekim gelişmeler bunu doğruluyor. Çin, ekonomik faaliyetlerine hızla yeniden başlarken Batılı ülkelerin, belki de tarihlerinin en büyük ekonomik daralmasını yaşadıkları belli olmuştur. Bu gelişmenin sonucunda Çin, Batılı devletlerin ekonomik varlıklarına kelepir fiyatına el koyacaktır.”
Salgının gerçekte nerede başladığı henüz tam olarak saptanmış değildir. Bilindiği gibi salgının çıkış yeri olarak ABD’yi gösteren ve üstelik ABD’li yetkililer tarafından dillendirilen ciddi iddialar vardır. Ama daha önemlisi, salgının seyri süresince Çin’in ne yaptığıdır.
İlk vakalar ortaya çıktıktan sonra bir ay boyunca Çin, aslında tam olarak ne gibi bir hastalıkla karşı karşıya olduğunu anlayamadı. Ancak karantina uygulamalarına, ilk vakalar ortaya çıktıktan yaklaşık bir ay sonra, 23 Ocak’ta başvurulması bunu kanıtlıyor.
Ama ondan sonra Çin salgına karşı mücadelede, Sosyalist bir ülke olmanın avantajlarını kullandı. Kamunun elindeki sağlık sistemini ve örgütlü halkın varlığının sağladığı avantajları sonuna kadar kullanarak salgını kontrol altına aldı. Ülkenin sahip olduğu bütün kaynakları salgına karşı mücadelede kullanmada tereddüt etmedi. Bunlar, Batılı ülkelerin hiçbirinin sahip olmadığı avantajlar.
Salgın kontrol altına alındıktan sonra Çin, elindeki bütün olanakları Dünya çapında salgına karşı mücadelenin emrine verdi. Kendisine ulaşan hiçbir yardım başvurusunu geri çevirmedi. Son olarak Trump’ın azarladığı New York yönetiminin talebi üzerine 1000 kadar solunum cihazını bu şehre vermesi bunun son örneğidir.
Çin’in, “Batılı ülkelerin ekonomik varlıklarına el koyacağı”, psikolojik bir savaş yalanıdır. Emperyalizm, şimdi çaresizlik içinde Çin Halk Cumhuriyeti’nin büyük başarısına karşı en iyi bildiği psikolojik savaş yalanlarından medet umuyor.
Aynı şekilde son olarak, salgın sonucu gerçekleşen ölümlerin gerçek nedeninin, 5 G teknolojisinin kullanıma sokulmasına bağlı olarak, havadaki oksijen miktarının düşmesinden kaynaklandığı şeklinde bir propaganda dolaşıma sokulmuş durumda. Elbette psikolojik savaşın yeni bir yalanı ile karşı karşıyayız. 5 G teknolojisini henüz kullanmayan İran veya aynı durumdaki bir çok ülkede ölümler neden oluyor?
Bu yalan propaganda aslında bir itiraftır. Teknolojik gelişmede artık Çin’in gerisinde kalmaya başlayan ABD’nin çaresizliğinin itirafı.