Rivayete göre Kraliçe Mari Antuanette, ayaklanan Parislilerin haykırışları Versay Sarayı’na ulaşınca nedenini sorar ve o meşhur “ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” lafını eder. Ne kadar doğruydu bilemeyiz ama Kraliçeye atfedilen sözler; o günden bu yana, bir yanıyla sistemin efendilerinin halkın durumundan ne kadar bihaber olduklarının, bir başka yanıyla da bön bir cehaletin örneği olarak yaygın bir şekilde kullanılagelmiştir.
Coronavirüs salgınının ABD’yi vurmaya başladığı günlerde, Trump’ın sarf ettiği “Hastalara dezenfekte ilacı enjekte edelim” şeklindeki sözleri ise, Mari Antuanette’nin yukardaki sözlerinden daha da vahim bir anlayışın ifadesidir.
Aslında Trump’ın sözleri, bir gerçeğin dışavurumudur. Vaşington’un, Jefferson’un, Lincoln’ün ve Roosvelt’in oturduğu koltukta bugün Trump gibi bir şahsın oturması, gerçekte ABD’nin içinde bulunduğu durumun aynası olmaktan başka bir şey değildir.
Gerçek; ABD’nin, çökmekte olan bir sistemin en başta gelen temsilcisi olmasıdır.
ABD’deki durum;
-George Floyd’un öldürülmesi üzerine, arkada kalan onyıllarda CIA’nın çeşitli gerici ve bölücü terör örgütlerini kullanarak gelişmekte olan dünya ülkelerinde yarattığı manzaraları ABD, kendi içinde yaşamaya başladı. Bir farkla: Bu isyanı kışkırtan bir “dış güç” yok! Amerikan halkı, Trump yönetiminin salgın karşısındaki tavrının çarpıcı bir şekilde ortaya koyduğu halk düşmanı politikalarına karşı ayağa kalktı. Floyd’un katli, bardağı taşıran damla oldu.40 milyon kişi işini kaybetti ve işsizlik maaşı için başvurdu.
-Bugüne kadar 530 sağlık çalışanı hayatını kaybetti. Toplam ölü sayısı dün itibariyle 107 bin oldu. Basın sürekli olarak, parası olmadığı için hastanelere kabul edilmeyen ve bundan dolayı hayatını kaybeden Amerikan yurttaşlarının haberlerini veriyor.
(Öte yandan salgını bitiren Çin, 10 gün içinde inşasını tamamladığı bin yataklı iki hastanenin ardından, yaklaşık 10 milyon Wuhanlının Koronavirüs testini bir hafta içinde tamamlayarak ABD’den bambaşka bir örnek oldu.)
-ABD ekonomisi tarihinin en büyük daralmasını yaşayacak, kendisini zaten geçmiş olan Çin ile arasındaki makas daha da açılacak.
-Beyaz Saray etrafında toplanan göstericiler ABD bayrağı yakıyor. Bir ülke yurttaşlarının kendi milli bayraklarını yakması herhalde dünyada ilk oluyor.
-Trump’ın, Beyaz Saray’a 100 metre mesafedeki Kiliseye gitmesi için bizzat Genelkurmay Başkanı’nın komuta ettiği askerlerin göstericileri uzaklaştırmak görevini üstlenmesi, ABD’nin içinde bulunduğu durumun çarpıcı aynası oldu.
-Bütün tehditlere rağmen bir İran tankerinin, ambargo altındaki Venezuela’ya gitmesi, ABD’nin askeri gücünün artık arka bahçesinde bile işe yaramadığını ortaya koydu. “Süper Devlet”in(!) Dünya hegemonyası iddiasının en büyük dayanağının, gerçekte artık fazla işe yaramadığı gerçeğinin ortaya çıkmasının çok büyük sonuçları olacaktır.
-ABD, yalnızlaşıyor. Trump’ın Dünya Sağlık Örgütü’ne yaptığı katkıyı kestiğini açıklamasının, DSÖ açısından değil ama ABD açısından önemli sonuçları olacaktır. 140 ülke yaptıkları ortak açıklamayla DSÖ’nün yanında olduklarını açıkladılar.
-Amerikan derin devletinin yayın organlarından Foreign Policy’nin “Salgın sonrası soğuk savaşta ABD Avrupa’yı kaybediyor” tespiti, bu devletin yaşadığı yalnızlaşmanın bir başka çarpıcı ifadesidir. ABD’nin Avrupa’yı kaybetmesi, dünya dengelerinin kökten değişmesi anlamına gelir.
Yolun sonu
Bütün bu işaretler, çökmekte olan “güç” açısından “yolun sonu”nu gösteriyor.
Tarih boyunca çöküşe doğru giden siyasi oluşumlarda (devletler de buna dahildir) kaliteli, bilgili kişiler kenarlara itilir, onların yerine en kifayetsiz, bilgisiz, en başta gelen özelliği kendini düşünmek olan kişiler alır.
“Corona hastalarına dezenfektan enjekte edelim” lafını dünyanın herhangi bir ülkesinde herhangi bir yöneticiden zor duyarsınız. Ama ABD’nin en tepesindeki kişi bunu söyleyebiliyor.
Bu durum, sadece ve sadece ABD’deki mevcut sistemin, ömrünün sonuna geldiğini gösterir.
Ama elbette bu, ABD’nin emperyalist ve hegemonyacı bir güç olarak yolun sonunda olduğu anlamındadır.
Öte yandan kendi sınırlarına çekilen ve dünyanın diğer ülkeleriyle karşılıklı saygı temelinde yeni ilişkilere yönelen bir ABD, elbette gelecekte de olacaktır.