Korona salgınında ikinci dalgayı yaşamaya başladık. Yurdun dört bir yanından gelen haberler, ikinci dalganın en azından bazı illerde (İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu), birinci dalga dönemindeki rakamları çok aştığı yönünde. Son olarak 2 Eylül günü Sağlık Bakanı sayın Fahrettin Koca, 29 bin 865 sağlık çalışanının enfekte olduğunu ve 52 sağlıkçının ise ölmüş olduğunu söyleyerek bir anlamda durumu özetlemiş oldu.
Tam da her taraftan alarm uyarıları gelirken Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan sel felaketinin yaşandığı Giresun’a gitti. Ve 31 Ağustos günü sosyal mesafenin hiçe sayıldığı bir miting gerçekleştirdi.
Aslında sadece bu olay bile, şimdi yeniden daha ağır bir şekilde yaşadığımız salgının nedenini açıklamaya yetiyor.
Mart ayı ortasında başlayan ve Mayıs ayı sonuna kadar devam eden ilk dönemde, Türkiye gerçekten bilimi rehber alarak sıkı tedbirler uyguladı ve kamuoyunu doğru yönlendirerek oldukça başarılı bir mücadele yürüttü. Bu mücadele sonrasında ağır hasta sayısı 300 rakamının, günlük vaka sayısı ise binin altına düşürüldü.
Bugün durum farklıdır. Günlük ölüm, ağır hasta ve pozitif vaka sayısı giderek artmaktadır. Sadece Ağustosun son haftasında altı doktor hayatını kaybetti. Hastanelerin doluluk oranı yüzde 75’lere ulaşmış durumdadır. Bir çok hastane test sonucu pozitif çıkan hastayı bile kabul edemiyor. Hiçbir tedbir almadan evine yollamak durumunda kalıyor.
Üstelik kamuoyunda açıklanan rakamların gerçeği yansıtmadığı yönünde güçlü bir kanaat oluşmuş durumdadır.
İktidarın sorumluluğu
Bu durumun en önemli nedeni, alınan tedbirlerin Haziran başından itibaren birdenbire kaldırılmasıdır. Kademeli bir geçiş yerine herşey normale dönmüş gibi hareket edilmesi bugünkü sonucu doğurmuştur. Ekonomik kaygılar, halkın sağlığının önüne geçmiştir.
Olumsuzluğa gidişte iktidarın tayin edici bir payı vardır. 24 Temmuz’da Ayasofya müzesinin siyasi rant hesaplarıyla camiye dönüştürülmesi ve bu gösterinin Türkiye’nin hemen hemen bütün illerinden toplanan 350 bin kişilik bir kitle ile yapılması deyim yerindeyse, daha önceki aylarda salgına karşı olumlu anlamda yapılan ne varsa hepsinin silinip süpürülmesi anlamına gelmiştir.
24 Temmuz gösterisi sırasında kaç kişinin enfekte olduğundan daha önemli olan, iktidar tarafından topluma verilen mesaj olmuştur. İktidarın 350 bin kişiyi salgın koşullarında toplaması, vatandaşa, “tedbirlere çok da ihtiyaç olmadığı” mesajını vermiştir. Siz bir yandan 350 bin kişiyi bir araya getirip, ondan sonra vatandaşa; “nişan, sünnet, düğün, asker uğurlama vb. etkinliklerin sakıncalarından” bahsederseniz inandırıcı olamazsınız.
Ramazan Bayramı’nda alınan tedbirlerin Kurban Bayramında alınmaması, özellikle yaşlı vatandaşların gittiği ibadet yerlerinde “normale dönüş” uygulamaları, salgının yayılmasında olumsuz rol oynadı.
İdeolojik önyargıların sonucu olan küçük hesaplar
Bütün bu olumsuz gelişmelerin ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 14 ilde yeni kısıtlama kararlarının alınmasının hemen öncesinde yaptığı millete sesleniş konuşmasında, salgının yeniden yayılmasının nedenleri arasında; nişan, sünnet, düğün vb etkinlikler ile plajlarda yaşanan yoğunluğu sayarken; “Hele o plajlar, hele o plajlar” ifadelerini kullanması, aslında iktidarın salgına karşı yürütülen mücadeleyi nelere kurban ettiğinin bir itirafı gibi oldu.
Ertesi gün sağlık bakanlığı yeni kısıtlama tedbirlerinin yürürlüğe konduğu illeri açıkladı: Ağrı, Ankara, Bursa, Çorum, Diyarbakır, Gaziantep, Kayseri, Konya, Mardin, Urfa, Van, Yozgat ve Adana…
Bu illerden Bursa ve Adana hariç hiçbiri deniz kıyısında değil. Adana ve Bursa’nın da hiçbir zaman, normal yıllarda bile yoğunluk yaşanan plajları olmadı.
Öte yandan Antalya, Muğla, Aydın, Mersin başta olmak üzere İzmir, Balıkesir, Çanakkale ve Edirne gibi gerçekten plajları ile ünlü şehirlerimizin hiçbirisinde daha sıkı tedbirlerin alınmasına gerek duyulmaması da salgının gerçekte nerelerde yoğun olduğunu gösteren ve aynı zamanda yayılmasında rol oynayan etkenlerin neler olabileceğini gösteren önemli bir kanıttır.
Bizzat Cumhurbaşkanı tarafında meselenin bu şekilde konması olayın ciddiyetinin hala farkında olunmadığı ve felaketin büyüdüğü koşullarda bile bazı çevrelerin ideolojik önyargılarına uygun bir söyleme başvurulması, salgına karşı mücadelede bilime aykırı tavrın çarpıcı bir örneği oluyor.
“Salgın ağırlaşıyor, tükeniyoruz”
29 Ağustos günü aralarında Türk Tabipler Birliği’nin de olduğu 36 sağlık kuruluşu “Salgın ağırlaşıyor, tükeniyoruz” başlıklı bir ortak açıklama yayınladı.
Açıklamada, “Salgınla mücadelede sağlık sistemimizin bu yükü kaldıramaz hale gelmeye başladığını görüyor ve sağlık çalışanlarının tükenmesinden kaygı duyuyoruz” denildi.
36 sağlık kuruluşunun açıklaması alarm niteliğindedir. Hastanelerin kapasitelerinin dolmaya yakın hale gelmesi, bazılarının dolması, sağlık çalışanlarının üzerindeki iş yükünün giderek ağırlaşması, emekliliği gelen sağlık çalışanlarının bu yükü daha fazla kaldıramayarak emekliliklerini istemeleri, durumun vahametini ortaya koyan verilerdir.
Hükümetin, vakit geçirmeden bilimin rehberliğinde daha ciddi tedbirleri yürürlüğe koyması gerekmektedir.