“Yaratıcı yıkıcılık” kavramı, özellikle serbest piyasa sisteminde, işleyişin doğal sonucu olan devrevi buhranların rolünü anlatmak için eskiden beri kullanılır. Buna göre ekonomik krizler sistem içindeki zayıf unsurları ayıklar, düzgün işlemeyen ilişkileri tasfiye eder ve daha sağlıklı olanların öne çıkmasını sağlayarak sistemin kendini tamir etmesini mümkün kılar ve böylece bir anlamda “yaratıcı yıkıcılık” rolü oynar.
Bu kavram, son dönemde ABD’nin 2000’lerin başında Büyük Ortadoğu Projesi ile eş zamanlı olarak uygulamaya koyduğu “Turuncu Devrimler”in rolünü ifade eden bir kavram olarak siyaset dilindeki yerini aldı.
Yugoslavya’da, Gürcistan’da, Ukrayna’da ABD’nin “yaratıcı yıkıcılığı”nın başarılı uygulamaları sahneye kondu. Bugünlerde Belarus’ta yaşanan da, ABD patentli bir “yaratıcı yıkıcılık” operasyonudur.
Amaç kontrol altında ve yönlendirilmiş kitle hareketleri ile hedef ülkeyi istikrarsızlaştırmak, yönetilemez hale gelmesini sağlamak ve en sonunda ABD ile uyumlu yeni bir yönetimin işbaşına gelmesini sağlamaktır.
“Turuncu Devrim”in ayakları
ABD Derin Devleti’nin önemli aygıtlarından Rand Corparation’un Türkiye raporu, Joe Biden’ın Türkiye’de yönetimi hedef alan ve muhalefeti harekete geçirmeyi amaçlayan sözleri ve son olarak Macron’un aynı minvaldeki açıklamaları, Türkiye için de bir “yaratıcı yıkıcılık” operasyonunun, malum merkezlerde planlandığını gösteriyor.
Kılııçdaroğlu başta olmak üzere muhalefetin, yukarda adı geçenlerle uyumlu açıklamaları ise söz konusu operasyonun Türkiye ayağı için gerekli adımların atılmakta olduğunun kanıtı olarak alınabilir.
Ama şimdiye kadar hiç kimse ABD’nin bu operasyonunu, Birgün yazarı Merdan Yanardağ kadar açık sözlülükle dile getirmedi:
“İhtiyacımız olan şey yaratıcı yıkıcılıktır. Neyi nasıl yapacağımızı düşünmek değil….
“Sonuç olarak İslamcıların silahlandığının artık rutin bir haber haline geldiği bu günümüz Türkiye’sinde, çok katı ve sert bir mücadeleye hazır olmak gerekiyor. Sokağa egemen olan ülkeye de egemen olacaktır.” (13 Eylül 2020 Birgün)
Merdan Yanardağ hangi koşullarda bu sözleri etmektedir: Türkiye Doğu Akdeniz’de başını ABD, İsrail ve Fransa’nın çektiği bir emperyalist saldırı koalisyonu ile karşı karşıya gelmiştir. Meşhur ve bir o kadar tam da bugünler için söylenebilecek tabirle; “içerde birlik ve beraberliğe Türkiye’nin en fazla ihtiyaç duyduğu günlerde…”
Biden’ı, Macron’u, Kılıçdaroğlu’nu ve Yanardağ gibilerini çok ümitlendiren gelişmeler var şüphesiz. Korona salgınının ikinci dalgası ülkeyi vurmaya başladı. Kamuoyunda, Bakanlık tarafından açıklanan rakamların doğru olmadığı yönünde büyüyen bir kanaat var. Artık herkesin oturduğu evin yakınlarında birileri veya akrabalarından birileri salgına yakalanmış durumda.
Salgının yaygınlaşması ekonomik krizi de derinleştiriyor. Önümüzdeki haftalarda kaçınılmaz olarak başvurulacak tedbirler ekonomiyi daha da vuracak. Esnaf artık kaldıramayacağı bir yükün altında vb. vb.
Hele hele ekonomik krizin derinleştiği koşullarda iktidarın “Kanal İstanbul” gibi ülke çıkarı ile açıklanamayacak yatırımlarda ısrar etmesi, salgın koşullarında Türkiye’nin her tarafından taşınan 350 bin insanla yapılan Ayasofya gösterileri, Giresun mitingi vb uygulamalar tepkiyi büyütmektedir.
Bütün bu olumsuzluklar iktidarın, yandaşlarını kayırmacı politikaları ve belli isimleri daha da zengin eden uygulamaları vb. vb. yanlışlarla büyüyor.
Yanılgı
Bütün bunlar önümüzdeki dönemde ekonomi kaynaklı kitle hareketleri için zemini oldukça elverişli kılıyor. İşte Rand Corporation başta olmak üzere Macronları ve iktidar olabilmeyi, Batılı merkezlerin vereceği desteğe bağlayanların ümitlendiren ve “Turuncu Devrim” rüyalarını görmeleri sağlayan budur.
Ama yanılgıları da tam buradan kaynaklanmaktadır. AKP iktidarını gezi ayaklanmasından bu yana tam yedi yıldır ayakta tutan büyük gerçeği unutmuş görünüyorlar.
AKP, “Türkiye’nin mecburiyetleri”nin zorlamasıyla 2014 sonrasında Atlantik’ten uzaklaşma, Avrasya’da konumlanmaya uygun bir politikaya yöneldi.
Elbette bu yönelişte kaybetmekte olan süper gücün yanlış hesapları, FETÖ ve PKK’yı harekete geçirerek, AKP’yi tasfiye etmek istemesi de önemli bir rol oynadı.
Sonuç olarak ABD ve Batıya dayanarak iktidar olmaya çalışan bir muhalefet, buna karşılık ABD ve Batı ile mücadele ederek (direnerek) terör sorununu çözmek ve ekonomik kriz ile ülke güvenliği sorunlarına Avrasya’da konumlanarak çözüm bulmaya çalışan bir iktidar tablosu çıktı ortaya.
Türk milleti bu tablo karşısında bütün eleştiri ve öfkesine rağmen iktidarın arkasında durmaya devam etti.
Şimdi de benzer bir durum daha da çarpıcı hale gelerek devam etmektedir. “Avuçtan kaçmakta olan” Türkiye’yi, her türlü yola başvurarak “yola getirmeye” çalışan ABD ve Batı gerçeği bir tarafta. Batı; terör, ekonomik kriz, Yunanistan gibi komşularını Türkiye’nin üzerine sürmek ve nihayet halkın hoşnutsuzluğunu kullanarak “yaratıcı yıkıcılık” eylemlerini örgütleme dahil her yola başvuruyor.
Diğer tarafta bütün bunların karşısında bütün tutarsızlıkları, yanlışları ile birlikte konumlanan ve Türkiye’nin bütünlüğünü, iç güvenliğini ve biricik çıkış yolu olan Avrasya’da konumlanmayı tercih eden mevcut iktidar gerçeği var.
İşte bu saflaşma ve “Türkiye’nin mecburiyetleri”; ABD ve müttefiklerinin kaybetmekte olduğu günümüz dünyasında, “yaratıcı yıkıcılık” rüyalarının, görenler açısından “kâbus”a dönüşmesinin kesin olacağını gösteriyor.