Çin’in Wuhan kentinde ilk Koronavirüs vakasının tespit edilmesinin üzerinden dokuz ay geçti. Dünyada toplam vaka sayısı 30 milyonu, ölüm sayısı ise bir milyonu aştı. Ve şimdi salgında ikinci dalga yaşanıyor. Bunun canlı örneği Türkiye, malum nedenlerden dolayı ilk dalga ile kıyaslanmayacak boyutta şimdi ikinci dalgayı yaşıyoruz. Bütün Batı ülkelerinde durum aynı…
Korona olayını tarihteki başka salgınlarla kıyaslamak gerekirse Birinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında toplam 60 ile 100 milyon arasında kişinin ölümüne yol açan İspanyol gribi karşılaştırılabilir. O zaman dünyada yaşayan yaklaşık 13 – 14 kişiden biri öldü. Deyim yerindeyse insanlık o salgını “sürü bağışıklığı” yöntemiyle atlattı.
Ama şimdi durum farklı… Dünya çapında sağlık hizmetleri ve refah seviyesi o zaman ile kıyaslanmayacak ölçüde ileride. Dolaysıyla salgının başlangıcında Boris Johnson’un biraz çaresizlikten, biraz da içindeki gizli “yaşlı yurttaşların yükü”nden kurtulma özlemiyle sarf ettiği “sürü bağışıklığı” yöntemine elbette iltifat edilmedi. Her ülke kendi olanakları ve ülkedeki hakim sistemin elverdiği ölçüde salgına karşı mücadele etti.
Bir başarı öyküsü
İşte bu noktada, Çin Halk Cumhuriyeti’nin pratiği ile diğer ülkelerin salgına karşı mücadele pratiklerinin karşılaştırılması, çok öğretici sonuçlar çıkarmamızı mümkün kılmaktadır.
Çin Halk Cumhuriyeti salgına karşı mücadelede olağanüstü bir başarı kazandı. Mart ayında salgın kontrol altına alındı ve daha sonra ise vaka sayısı sıfırlandı. Sonraki aylarda görülen az sayıdaki vakanın hepsi yurtdışı kaynaklı. Onlar da havaalanlarında tespit edildi ve hemen karantina ve tedavi tedbirleri ile başkalarına bulaşması önlendi.
Çin’de şimdi hayat normale dönmüş vaziyette. Kimse maske takmıyor, kalabalıklar herhangi bir endişe duymaksızın bir araya gelebiliyorlar.
Aydınlık gazetesi okuyucularına ilki Haziran ayında, ikincisi 1 Ekim 2020 tarihinde olmak üzere salgınla ilgili iki ek vererek önemli bir hizmette bulundu.
Haziran ayındaki ilk ekte yer alan bütün yazılarda, bütün yönleriyle Çin’in Korona salgınına karşı verdiği mücadeleyi ele alınıyordu. 1 Ekim’deki ek ise “Salgına Yenilmeyen Ekonomi” başlığından da anlaşılacağı üzere, salgın sonrası Çin ekonomisinin içinde bulunduğu durumu ağırlıklı olarak işledi.
Zaten kriz içinde olan ve Korona salgını ile birlikte daha kötüleşen koşullardaki Batı ekonomileri ile karşılaştırıldığında Çin’in ekonomik performansı aynı zamanda bütün insanlığa çıkış yolunu da gösteriyor.
Yani “Fırtınalı denizdeki fener” rolünü oynuyor.
Ekonomik performanslar
Salgın 2020’nin birinci çeyreğinde esas olarak Çin’i vurdu. Birinci çeyreğin sonuna doğru Batı ülkelerinde görüldü. Çin, ilk çeyreği, deyim yerindeyse “hayatı durdurarak” ve bir milyar 400 milyonluk nüfusunu adeta tek bir insanmış gibi hareket ettirerek yüzde beşlik bir daralmayla atlattı.
Ama ikinci çeyrekte belli başlı Batılı ekonomilerin durumu ile Çin karşılaştırıldığı zaman çarpıcı bir tablo ortaya çıkıyor: İkinci çeyrekte ABD ekonomisi yüzde 31.7, Japonya yüzde 27.8, İspanya yüzde 22.1, İngiltere yüzde 20.2, Fransa yüzde 19, İtalya yüzde 17.3, Almanya yüzde 10.1 küçülürken Çin yüzde 3.2 büyüdü.
Bu tablonun üçüncü ve dördüncü çeyreklerde de üç aşağı beş yukarı aynı şekilde devam edeceğini öngörebiliriz. Batılı ülkeler ikinci çeyrekteki büyük daralmanın ardından zaten yarım yamalak olan tedbirleri de bir yana bırakarak ekonomilerinin duran çarklarını yeniden çevirme telaşına düştüler. Bu da “Salgın”da ikinci dalganın temel nedeni.
Ama Çin’de durum farklı. Salgın sıfırlandığı için Çin şimdi eskisinden çok daha büyük bir performansla ekonomiyi daha da ileri götürüyor.
Yoksulluğu sıfırlamak!
Çin ekonomisi ile ilgili son derece öğretici ve ibret verici bir durum daha var: Çin Halk Cumhuriyeti 2015 yılında, 2020 yılına kadar ülkelerindeki yoksulluğu bitirme hedefini önüne koymuştu. 2020 yılındaki Korona salgını Çin’in bu hedefinde bir değişikliğe yol açmadı. Bu önemlidir.
Korona salgını dünyanın hemen bütün ülkelerinde işsizliği büyüttü, yani yoksulluğu derinleştirdi. Ama Çin Halk Cumhuriyeti ise salgın koşullarında da yoksulluğu bitirme hedefine başarıyla yürüyor.
Dünya Bankası Raporuna göre 1990’da Çin genelinde 750 milyondan fazla Çinli, küresel yoksulluk sınırının altında yaşıyordu. Rapor, 2015 yılına gelindiğinde, aşırı yoksulluk içinde yaşayan Çinli nüfusun 700 bine kadar düşürüldüğünü saptıyor. Çin verilerine göre ise günde 1.90 dolar veya daha az bir gelire sahip (Dünya Bankası yoksulluk ölçütü) 850 milyon Çinli aşırı yoksulluktan kurtarılmıştır. Bu rakam aynı dönemde dünya çapında yoksulluktan kurtarılan insan sayısının yüzde 70’ine tekabül ediyor. Kısacası Çin, 2020 yılının sonunda ülke sınırları içinde, yoksulluk sınırının altında yaşayan tek bir insanın kalmadığı ülke olma hedefini gerçekleştirecek. Ve bu hedefini, Batı ekonomilerinin küresel salgından dolayı ciddi daralmalar yaşadığı ve buralarda yoksul sayısının arttığı bir dönemde gerçekleştirmesi ise ayrıca anlamlı.
Özetle; Kapitalist Serbest Piyasa Sistemi, insanlık açısından bir yaşam sorunu haline gelmiştir. Son salgının bütün dünyaya gösterdiği gerçek budur.
Serbest Piyasa Sistemi öldürür, Halkçı Devletçi Sistem yaşatır.
Not: Aydınlık gazetesine e-abone olabilir sözünü ettiğimiz eklere elektronik ortamda ulaşabilirsiniz.