Tarih öğretmeni Samuel Paty’nin Paris’te başı kesilerek öldürülmesi, Macron’un İslam Dünyasını ve Müslümanları hedef alan açıklamalarını haklı kılmaz. Şeriatçı terörü yaratan, besleyen ve büyütenler Macronlardır. 2011 yılında Fransız uçakları Libya’da kimi koruyorlardı?
Şeriatçı terör örgütlerine her türlü desteği vererek Libya’daki meşru iktidarı yıkanların, Kaddafi’yi katledenlerin, Libya’yı kaosa ve iç savaşa sürükleyenlerin, beleyip büyüttükleri canavar kendilerini vurunca söyleyecek sözleri olamaz.
Hele hele öğretmenin hunharca öldürülmesini Türkiye’ye karşı konumlamada bir malzeme olarak kullanması ise bu ülkenin, asıl derdinin “ifade özgürlüğü”, “yaşam hakkı” vb. değil bölgemize ilişkin emperyalist hayalleri olduğunu gösterir.
Türkiye Fransa ilişkileri
Suriye, Doğu Akdeniz, Libya ve Azerbaycan – Ermenistan çatışmasında karşı karşıya gelen Türkiye ile Fransa arasındaki ilişkiler; son olarak bu ülkenin Ankara’daki büyükelçisini, “istişarede bulunmak üzere” geri çağırması ve Samuel Paty cinayeti sonrası yapılan açıklamalar ile daha da gerilmiş bulunuyor.
Türkiye-Fransa ilişkilerine daha geniş bir zaman perspektifi ile bakmakta ve bugünkü gelişmeleri yakın tarihin dersleri ışığında incelemekte yarar var.
Sömürgeci Fransa’nın, Doğu Akdeniz’de askeri güç olarak ilk göründüğü tarih 1798’dir. İngiltere ile olan tarihi rekabetinde, hem Akdeniz’e hem de Hindistan’a giden ticaret yollarına hakim olarak avantaj elde etmek isteyen Fransa, Napolyon komutasındaki 12 bin kişilik bir orduyu 1798’de Mısır’a gönderdi.
Yapılan savaşı, üstün silah gücü ve modern ordu örgütlenmesi ile Napolyon kazandı. Fakat Fransa’nın Mısır’daki başarısı kalıcı olamadı. Bir yıl sonra gerçekleşen Akka kalesi kuşatmasında Napolyon başarısız oldu ve Mısır’a geri çekildi. İki yıl sonra ise Fransa Mısır’dan tamamen çekilmek durumunda kaldı.
Ama Fransa gerilemekte Osmanlı Devletinin Afrika’daki topraklarına gözünü dikmişti. 1830’da, hemen güneyindeki Cezayir’i işgal ederek işe başladı. Cezayir’i Tunus’un ilhakı izledi. Tamamı olmasa da Fas’ın da önemli bir kısmı bu yayılmadan nasibini aldı.
Birinci Dünya Savaşında ise Fransa daha öncesinde rakip olduğu İngiltere ile müttefikti. Osmanlı’nın o güne kadar elinde kalmış olan Arap toprakları 1915 yılındaki Sykes-Picot anlaşması ile iki sömürgeci emperyalist arasında bölüşüldü. Fransa’nın payına, Lübnan ve Suriye düştü. Geri kalanlar ise İngiltere’ye…
Sömürgelerin başkaldırması
20. Yüzyıl Ulusal Kurtuluş Savaşları çağıdır. Türk Milli Kurtuluş Savaşı’nın ardından Arap ülkeleri de birer birer sömürgecileri kovdular ve bağımsızlıklarını kazandılar.
20. yüzyılın sonlarına doğru başlayan neo liberal yeni sömürgeci saldırı döneminde emperyalistler daha önceki dönemde kaybettikleri sömürgelerini yeniden denetim altına almak için harekete geçtiler. Yeni saldırı dalgasının başını doğal olarak kampın lideri ABD çekti.
Büyük Ortadoğu (tam adıyla Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika) projesi, emperyalist kampın söz konusu dönemdeki son hamlesidir. ABD Afganistan’dan başlayarak Irak, Suriye, Yemen, Libya vb hemen hemen bütün İslam coğrafyasını kana ve ateşe boğdu. “Arap Baharı”nı, daha önce Balkanlar ve Kafkaslarda denediği “Turuncu Devrimler”e dönüştürmeye çalıştı.
Kesin sonuç henüz tam olarak alınmadı ama görünen köy kılavuz istemez. İslam dünyasının da bir parçası olduğu gelişmekte olan dünya, yeni bir uyanış-yükseliş içindedir. Her geçen gün güçlerini yükselen Asya ile daha fazla birleştirmektedir. ABD’yi nihai bir yenilgi bekliyor.
Fransa’nın durumu
Fransa’ya gelince: Napolyon döneminde Avrupa, dünyanın yükselen yıldızıydı. İslam Dünyası ise “Ortaçağ karanlığında” çürüme ve çöküş dönemindeydi.
Onun için Napolyon’un Mısır seferi başarıya ulaşmasa da takip eden yüzyılda çok sayıda İslam ülkesi de dahil olmak üzere bir çok Afrika ülkesi Fransa’nın sömürgesi haline geldi. Birinci Dünya Savaşı, sömürgeci Fransa’nın ilerleyişinin doruğu oldu.
Sonrası, sürekli gerilemedir.
Bugün ise Macron’un, kaybetmekte olan ABD’nin peşine takılarak İslam Dünyasında eski hakimiyet alanlarında yeniden söz sahibi olmaya kalkması, Doğu Akdeniz’de, Suriye’de, Lübnan’da ve Libya’da sanki “hak sahibi”ymiş gibi hareket etmesi, bu ülke adına trajikomik bir durumun olduğunu gösterir. Geçmişin sömürgeci hakimiyetinin, bugün için bir “hak” doğurduğunu düşünmek ise ancak emperyalist bir zihniyetin ürünü olabilir.
Dünyamız, 20. Yüzyılın dünyası değil, hele hele 19. Yüzyılın dünyası hiç değil. Fransa da eski Fransa değil! Emperyalistlerin borusunun öttüğü dönemler geride kaldı.
Fransa, Lübnan’daki etnik ve dinsel bölünmenin mimarıdır. Libya’da yaşanan bölünmenin, iç savaşın, yıkımın ve trajedinin de baş sorumlularındandır. 2011 yılında Libya’nın meşru yönetimi olan Kaddafi Hükümeti, ABD destekli isyancıları püskürtüp duruma hakim olunca, Fransız savaş uçakları devreye girmiş ve savaş sahasında durumu değiştirmişti. Sonuç bugünkü tablo oldu. Başlı başına bu durum bile Fransa’nın İslam dünyasında yönelik son dönem politikasının büyük günahıdır.
Fransa’nın Doğu Akdeniz, Libya ve Suriye’de Türkiye ile karşı karşıya gelmesi kendisi açısından kaybetmeye mahkûm olduğu “savaş” anlamına gelir.
Türkiye Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuktan kaynaklanan ekonomik haklarını savunuyor. “Mavi Vatan”ına sahip çıkıyor. Suriye’de ABD destekli bölücü teröre karşı mücadele ediyor. Libya’da, BM’nin de tanıdığı meşru Hükümetin talebi üzerine yardımcı oluyor. Azerbaycan’da “Vatan Savunması”na destek oluyor.
Bunların hepsi meşrudur ve Türkiye’nin haklı olduğunu gösterir. Türkiye, haklı davasında kazanacak, emperyalist hayalleri için ABD’nin peşine takılan Fransa ise kaybedecektir.
Atatürk Cumhuriyeti’nin kaçınılmaz zaferi yolunda ilerlediğimiz inancıyla tüm okurların Cumhuriyet Bayramı’nı kutlarım.