İnsanların dünya görüşlerinin, dini inançlarına göre belirlendiği çağlarda Anadolu Aleviliğini ortaya çıkaran düşünür ve halk önderlerinin hepsi, kendilerini İslamiyet içinde tarif ettiler. Gerçek İslâm’ı kendilerinin temsil ettiklerini söylediler.
İnsanların dünya görüşlerini, ezici çoğunlukla artık dini inançlarına göre ifade etmedikleri çağımızda ise özellikle son otuz yılda Aleviliğin aslında İslamiyet’ten farklı bir din olduğu görüşü, İslamiyet ve Alevilikle doğrudan bir ilgisi olmayan Batılı merkezlerde dillendirilir oldu.
Bu garabeti, kişisel çıkarlarından hareketle sahiplenen bazı Alevilerin de olduğu ne yazık ki bir gerçektir.
Tarihten bazı notlar
Anadolu Aleviliğinin tarihi bu topraklarda, 900 – 1000 yıl öncesine kadar gider. Ama öncesi de var. Hangi etnik kökene mensup olursa olsun bütün Anadolu Alevileri, atalarının Horasan’dan geldiklerini söylerler.
Bu da bir tarihi gerçekliktir. Ve esasen Horasan kökeni, Anadolu Aleviliğinin biçimlenmesinde son derece belirleyici bir öneme sahiptir.
9. yüzyıldan 13.yüzyıla kadar süren 400 yıllık dönemde İslam Dünyası, sosyal bilimlerde ve fen bilimlerinde en parlak dönemini yaşadı. Bağdat, Nişabur, Merv, Tus, Belh, Ürgenç, Buhara, Kahire, Kayruvan ve Kurtuba gibi şehirler, her alanda bilimsel araştırmanın ve gelişmenin gerçekleştiği merkezler olarak öne çıktı. Bu şehirlerin çoğunluğu Horasan’daydı.
Söz konusu dönemde yaşayan ve sonraki yüzyıllarda Avrupa’yı da etkileyen Biruni, Razi, İbni Sina, Ravendi, Farabi, Harezmi, Firdevsi, Nasıreddin Tusi, Feriduddin Attar gibi bilim adamlarının Horasanlı olması, ele aldığımız konu açısından son derece önemlidir. Adı geçen büyük düşünür ve bilim adamları, söz konusu dönemin başlarında İslam dünyasında etkili olan Mutezile (akılcı akım) dahilinde ele alınabilirler.
Anadolu tasavvuf akımının öncüllerinden olan Hoca Ahmet Yesevi ile Tasavvufun Kalenderi kolunun Horasan çıkışlı olduğunu da bu kapsamda ele almak yanlış olmayacaktır.
Her şey kendi zıddı ile vardır. Bugün İslam dünyasında genel kabul gören altı hadis kitabından beşinin yazarı ile Maturidi, İbni Hanbel ve Gazali gibi İslam’daki Mutezile karşıtı gelenekselci düşünürler ile Horasanlı’ydı.
“Kayıp Aydınlanma” kitabının yazarı S. Frederick Starr, söz konusu yüz yıllarda öne çıkan yaklaşık 500 kadar bilim adamının üçte ikisinin Horasan kökenli olduğunu söyler. Bugünkü İran’ın Kuzeydoğusu, Türkmenistan’ın güneybatısı ve Afganistan’ın kuzeybatısını kapsayan tarihi Horasan bölgesi, Emeviler döneminde yaşanan istila ve acıların ardından MS 9. yüzyılla birlikte bilimsel gelişmede İslam dünyasında başı çekti. Bugün Türkmenistan’da yer alan Merv şehri, o günün dünyasının en büyük şehirlerindendi. Mutezilenin koruyucusu Memun, babası Harun Reşit’in sağlığında Horasan’ı (Bugünkü Özbekistan da dahil olmak üzere) yönetiyordu ve Halife olduktan sonra da bir dönem, bütün İslam dünyasını (809 – 819) bu şehirden yönetmişti.
Horasan bölgesinin, İslam’ın yayılması öncesinde de hemen her açıdan son derece gelişmiş olması ve konumu itibariyle Hindistan, Çin ve Avrupa ile ticari ilişkiler içinde olmasının sağladığı büyük avantajları, bu ayrıcalıklı durumu açıklar.
İslamiyet öncesinde Horasan’da Zerdüşt inancı, Budizm, Hristiyanlık (Nasturiler) ve Orta Asyalıların Gök Tanrı’sına inanan topluluklar bir arada yaşıyorlardı. Bu bileşim, bütün Horasanlıların bir yandan Akdeniz havzasında daha önceki yüzyıllarda yaşanan gelişmelerden yararlanmasını sağladığı gibi aynı zamanda, Pers imparatorluğundan beri gelen İran mirasından, Budizm dolaysıyla Hint alt kıtasındaki bilimsel ve felsefi gelişmelerden ve ticaret dolaysıyla Çin’in kazanımlarından yararlanmasını sağlamıştı.
Horasan’dan Anadolu’ya olan Türk kitlelerinin göçü bu yüzyıllar içinde gerçekleşti. Göçenler, o yüzyıllarda Horasan’a egemen olan kültürel iklimin içinden gelmişlerdi. O kültürel iklimin hakim rengi ise yüzyıllardır “İslam”dı. Anadolu’ya gelen Türkmen kitleleri, yüz yıllardır benimsemiş oldukları İslamiyeti, kendilerine göre yorumlayarak ve daha önceki inançlarıyla da harmanlayarak Anadolu Aleviliğinin de doğuşunu hazırlamışlardı.
Yani Anadolu Aleviliğinin kökeninde, İslamiyet’in Horasan aydınlığının önemli bir payı vardır.
Anadolu Aleviliği
Anadolu Alevileri, Horasan kökenli olduklarını dile getirmeye hep özel bir önem verdiler. Bu köken, kültürel kimliklerinin öylesine baskın bir öğesidir ki, Horasan’la bir ilgisi olmayan Kürt Aleviler tarafından da benimsenmiştir. Hacı Bektaş-ı Veli, bilindiği üzere Hoca Ahmet Yesevi’nin halifelerinden olduğu söylenir ve Anadolu’ya Horasan’dan gelmişti. Anadolu’daki ilk büyük halk hareketinin lideri Baba Resul’un asıl adının Baba İlyas Horasani olması kayda değer bir başka olgudur.
Bektaşi inancını Anadolu’da yayan Sarı Saltuk, Mahmut Hayrani, Cemal Seyyid, Hacım Sultan, Barak Baba, Pir Ali Sultan vb. gibi “halifeler” de, büyük ihtimal Horasan’dan gelmişlerdi. Veya en azından babaları Horasan göçmeni idi. Onun için o yüz yıllarda Anadolu erenlerinin çabaları sonucunda Müslüman olan halk, etnik kökeni ne olursa olsun Aleviliğin Horasan geldiği olgusunu kendi geçmişi olarak benimsedi.
Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Seyid Nesimi, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, Virani, Hatayi, Hasan Dede, Pir Sultan Abdal, Harabi gibi Alevi büyükleri, yani Anadolu Aleviliğini var eden büyük düşün ve eylem adamları, arkada kalan 800 yıl boyunca gerçek İslam’ı, kendilerinin temsil ettiklerini söylediler. Bu büyük halk ozanı ve düşünürlerin Müslüman olmadığını iddia etmek, herhalde onların anılarına yapılabilecek en büyük kötülük, en büyük hakarettir.
Anadolu Alevileri, tarih boyunca ve özellikle 20. yüzyılda emperyalizmle yaşanan büyük hesaplaşmada, hep İslam dünyasının bir parçası olarak hareket ettiler. Anadolu’nun Türkleşmesinde ve Müslüman oluşunda, Osmanlı’nın Balkanlarda ilerlemesinde ve kök salmasında “gazi erenler” olarak tayin edici bir rol oynadılar.
Son olarak Türk Kurtuluş Savaşı’mızda da gördüğümüz üzere emperyalizme karşı en önde, Sünni kardeşleriyle omuz omuza savaştılar. Bugün de emperyalizm merkezli karşı propagandaya rağmen, bütün milli meselelerde inanç ayrımı yapmadan Türk Milletinin ayrılmaz bir parçası olarak hareket ediyorlar.
Almanya’nın Alevi aşkı
Son 20 – 25 yıldır Avrupa merkezli ve esas olarak da Almanya merkezli; “Alevilik İslamiyet dışıdır ve ayrı bir dindir” şeklinde özetleyebileceğimiz bir saldırı ile karşı karşıyayız.
Bu propagandanın, emperyalizmin son kırk yıllık neo liberal saldırı döneminde gerçekleşmesi yeterince aydınlatıcıdır. Gelişmekte olan ülkeleri etnik ve dinsel inanç farklılıkları temelinde bölmek, birbirine düşürmek ve böylece emperyalist hakimiyetin gerçekleşmesini sağlamak.
Almanya’da son olarak Kuzey Ren Westfalya Eyaleti Parlamentosunun, “Aleviliğin ayrı bir din olduğunu” oybirliği ile kabul etmesini bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Bu kararın Türkiye ile ABD ve AB arasındaki ilişkilerin; Kıbrıs, Doğu Akdeniz, Irak, Suriye ve Kafkasya’da yaşanan gelişmelerin ardından gelmesi de yeterince açıklayıcıdır.
Avrupa Birliği liderleri Türkiye’ye yaptırımları görüştü ve kararı Mart ayına bıraktı. ABD’de Trump, giderayak Türkiye’ye yaptırımları öngören bir kararı onayladı. Almanya’nın Alevilerle ilgili kararı işte bu gelişmeler üzerine geldi.
Ama bütün bunlar nafile çabalardır. ABD’nin yaptırım kararının, milli savunma sanayisini inşa etmede Türkiye’yi kamçılama rolü oynaması gibi, Almanya’nın söz konusu kararının da Alevilerimiz açısından, oynanan oyunun görülmesini sağlamak dışında bir sonucu olmayacaktır.